top of page
Search
  • balabansenem

Yalnızlığın Anatomisi – Tanıtım Yazısı

Updated: Jan 2, 2021

Yalnızlığın Anatomisi – Tanıtım Yazısı*


Biz, kurulan bir bağ sayesinde rahme düşeriz. Annemiz bizi kucağına aldığı andan itibaren, yine bağ kurmanın verdiği güven ve sıcaklıkla meme emmeye başlar, annemizle aramızdaki farkı algılayamaz durumda oluruz. Bu birlik hali, gerçekten kim ve ne olduğumuza en çok yaklaştığımız haldir. Bu öyle bir yakınlıktır ki, "Ben kimim?" sorusunu gereksiz kılar; çünkü henüz ayrı değilizdir. Ne var ki bu birlik hissi bir yere kadardır. Kendimizi etrafımızdaki fiziksel boyuta ait her şeyden ayrı gördüğümüz süreç başlar ve bu olduğunda cennetten kovulmuş gibi hissederiz. Geride bıraktığımız cennet derin, içe işleyen bir bağ kurma hissidir. İlk defa yalnızlığı tadarız.


Yalnızlığı herkes deneyimler, asıl soru onun ne ölçüde deneyimlendiğidir. Bir, başka insanlarla beraber olarak çözülebilen; bir de başka insanlarla beraber olarak çözülemeyen türde yalnızlık vardır. Bize esas acı çektiren, kalabalıklar içindeyken dahi hissettiğimiz, bu ikinci türdeki yalnızlıktır. Böylesi bir yalnızlıkta tam bir yalıtılmışlık söz konusudur, çözülmesi gereken de bu türdeki yalnızlıktır. Bu nedenle ben bir kitap yazdım. Ona Yalnızlığın Anatomisi adını verdim**. Kitapta masaya yatırdığım şey de yalnızlığın anatomisidir; yalnızlığı yaratan şeylerin ne olduğu ve kalıcı bir bağ kurma hissine kavuşmak üzere bu şeylerin nasıl çözülebileceğidir.


Böylesi bir yalnızlık, üç farklı bölümden oluşur (3 adet ayak üzerinde yükselir, de diyebiliriz). Bunlardan birincisi ayrılık, ikincisi utanç, üçüncüsü ise korkudur. Ayrılık, yalnızlığın kalbi, diğerleriyse yalnızlığı besleyen unsurlardır. Ayrılığın hikayesi, insanın beden bulmasından çok uzun zaman öncesine dayanmakla birlikte onu, aynı zamanda egonun doğuşuna karşılık gelen “ben ve başkası” farkındalığı olarak tanımlayabiliriz. Bu durum, bölünmüşlüğe işaret eder. Bölünme yalnızca dış dünyanızda, siz ve diğerleri arasında değil; iç dünyanızda da vuku bulur. Hepimizin içinde yer alan, içsel birliği yok eden bölünmüşlük, kendimize ait bazı parçalardan ayrı düşmemize, onları dışlamamıza, reddetmemize, kendimizden yalıtmamıza ve onlara sahip çıkmamamıza neden olur. Sonuç olarak bu parçaları gerçekte yok edemediğimiz için, içimizdeki bu parçaların hissetmekte olduğu yoğun yalnızlık, yalıtılmışlık ve reddedilmişliği biz de hissederiz.


Yalnızlığın ikinci parçası utançtır. Çoğu insan utancı küçük düşüren deneyim, inanç ve düşüncelere duyulan duygusal bir tepkiden ibaret sanır. Gerçekteyse utanç, çok daha ilkel ve zayıf düşüren bir içsel bölünme mekanizmasıdır. Bunu anlamak için, bir denizşakayığı hayal edin. Bir denizşakayığını parmağınızla dürterseniz o kendini anında kapatarak tepki verecektir. Bu tepki organik, içgüdüsel bir düzeyde, yani hayvanın bunu yapmayı düşünmesine gerek kalmadan meydana gelir. Derinlerden gelen bu tepki, bizdeki “savaş ya da kaç” mekanizmasına benzemektedir. Size çarpmak üzere olan bir arabadan kaçmak için, düşünmek zorunda değilsinizdir. Bedeniniz bir tehdit algıladığında tepki verir ve siz de bu tepkiyi hissedersiniz. Utanç da aslında aynı “savaş ya da kaç” mekanizmanız gibi, organizmanızda kodlanmış ilkel bir tepkidir. İlginç bir şekilde, sevgi de öyledir. Utanç yaşadığımızda kendi kendimizi uzağa iteriz. Tabii bu aslında imkansızdır; o yüzden yapabileceğimiz tek şeyi yapıp bilincimizi böleriz. Utancın ikincil katmanı olan utanç duygusunu yaşadığımızda ise insanlardan kendimizi uzaklaştırırız. Kendimizi onların bize ulaşamayacağı bir hale sokarız. Bunu ya kaçıngan bir tavırla ya da insanların maskemizin ötesini görmesine izin vermeyen bir sahteliğe bürünerek sağlarız. Her iki durum da son derece yalnız hissetmemize neden olur.


Yalnızlığın üçüncü parçası korkudur. Korku, özünde ayrılıkla ilgilidir. Doğası gereği, korkuda bir şeyi ya da birini kendinizden uzağa itmek söz konusudur ve korku, dünya üzerindeki yalıtan deneyimlerin başında gelir. Ne kadar korku dolu olursak o kadar yalnız oluruz. İlişkilere ya da diğer insanlara dair korkular sadece bizi diğer insanlardan ayırmaya yarar ve insani bağlantılar olmadan yaşayarak yalnızlık çekmemize neden olur. İnsanların ilişkilere dair dört temel korkusu vardır. Bunlar:


• Terk edilme

• Reddedilme ya da onaylanmama

• Acının içinde hapsolma

• Kendi benliğini kaybetme (iç içe geçme olarak da adlandırılır)


Bilinmeyenden korkmak mümkün değildir. Bu, bizi yalnızlığa mahkum eden korkunun, zaten tecrübe edilmiş eskiden kalma bir travmadan kaynaklandığı anlamına gelir. Korku bilinmeyenle değil; bilinmeyene yansıtılan geçmişle ilgilidir. Bu da demektir ki korkunun çözümü her şeyden önce geçmiş deneyimleri ve bize diğer insanların miras bıraktığı korku dolu inançları çözüme kavuşturmakta yatar. Diğer yandan, korkuyu ezip geçerek korkumuza rağmen bağ kurmanın mümkün olmadığını bilmek kritiktir. Bu, sizin bir parçanız olan korkunuzla zıtlaşmak ve ondan daha da uzaklaşmak olur ve korkuyu, dolayısıyla da yalnızlığı artırmaktan başka işe yaramaz.


Bağ kurma, kendinizle başka bir şey arasında bir bağlantı ya da ortaklık algısı olarak düşünülebilir. Birlik durumunda, bağlantısızlık söz konusu olamayacağı gibi bağ kurma da söz konusu olamaz çünkü siz diğer her şeysinizdir ve diğer her şey de sizdir. Başka deyişle, birlik durumunda bağ kurma ihtiyacı yoktur. Bununla birlikte hayatı kendi bireysel perspektifinden gören varlıklar olarak, kendimizi her şeyle bir algıladığımız aşamaya gelmeden önce bağ kurmayı öğrenmemiz gerekmektedir.


Başkasıyla içtenlikli bir bağ kurmak söz konusu olduğunda bu ilişki, birbirine bağlanmak isteyen iki insan arasında bilinçli olarak seçilir ve istenir. Aramızdaki bağ, mevcudiyetini varlığımızın herhangi bir seviyesinde sürdürebilir. Zihinsel, duygusal, enerjisel ya da fiziksel anlamda bağlantıda olabiliriz. Bağlantıyı kopardığımızda ise muhatabımızla aramızdaki ilişkiyi bu seviyelerden biri, bazısı ya da hepsinde bitiririz. İçtenlikli bir bağ bize dayatılan değil, bizim bilinçli olarak seçtiğimiz bir şey olduğu içindir ki onu hem oluştururken bilinçli olmamız hem de korumaya dikkat etmemiz gerekmektedir. Bireysel hayatlarımızdaki mutluluk düzeyimiz bağlantıda olma kapasitemize bağlıdır. Şu anda dünyada yalnızlık, çok yıkıcı etkileri olan bir salgındır.


İnsanlığın acısı şudur ki dünya üzerinde milyarlarca insanla birlikte yaşıyor fakat her birimiz yalnız hissediyoruz. Kendi bağlantısızlık travmamız, "öteki" olarak gördüğümüz her şeyle bağlantısız hissetmemize neden oluyor. Bağlantısızlığımızın kendi kendimize acı veriyor oluşu yeterince kötü; ama gerçek şu ki, sorun burada bitmiyor. Bu, dünya çapında kanayan bir yaradır. Eğer bir şeyle gerçekten bağlantı halinde iseniz kendinize de acı vermeden o şeye acı vermeniz mümkün değildir. Kendimizi bağlantısız hissettiğimizdeyse temel gerçekliğimiz olan birliğin kıpırtısını dahi artık hissedemez oluruz. Var olan her şeyin bize olan etkisini ve bizim, var olan her şey üzerindeki etkimizi artık hissedemeyiz. Bunun sonucunda da kendimiz herhangi bir acı hissetmeksizin başka şeylere ve kişilere acı verebilir hale geliriz.


Bağlantısızlığın tehlikeli ve de ıstıraplı olduğu fikri, birçok halkın yıllarca tam da bağlantısızlık yüzünden ırkçılığa maruz kaldığını anlayana kadar teorik ve soyut gelebilir. Koyu derili insanlar, ailelerinden alınıp köleleştiriliyor, yakılıyor, dövülüyor ve linç ediliyordu. Ve bağlantısızlık yüzündendir ki 1940'larda Yahudileri ve Nazi rejimine karşı çıkan diğer toplulukları yok etmek için Auschwitz ve diğer ölüm kampları yaratılmıştı.


Bağlantısızlık 1945'te Amerika Birleşik Devletleri'nin Hiroşima'ya atom bombası atmasına neden oldu. 1979'da Pol Pot rejiminin bütün Kamboçya nüfusunun yüzde yirmi birini yok etmesinin nedeni de budur. Ve bugün bir insanın, sırf düşmanı olduğuna karar verdiği kişileri ortadan kaldırmak için, üzerine bombalar bağlayıp kendini patlatma gibi bir iş uğruna yıllarca eğitim görmeyi seçmesinin nedeni de bağlantısızlıktır.


Şimdiye kadar işlenen her suç, suçu işleyen kişi o suçu kime karşı işledi ise, kendini ondan ayrı ve bağlantısız gördüğü için işlendi. Yani denebilir ki ayrılık algısı yalnızca deneyimlediğimiz en büyük acı değil; aynı zamanda gezegenimizdeki en büyük tehlikedir. İnsanın ırkının yalnızlığına son vermenin zamanı geldi ve bunun ilk adımı, kendi içimizdeki yalnızlığı iyileştirmektir.



*Teal Swan’ın kendi internet sitesinde yayımladığı yazının çevirisidir. (Çeviri: Senem Balaban)


**Bu kitap ülkemizde Kuraldışı Yayıncılık'tan çıkmıştır.

Recent Posts

See All

Comentarios


Post: Blog2_Post
bottom of page