top of page
Search
balabansenem

Tabiiyet İyidir!

Updated: Jan 21, 2021

Tabiiyet İyidir! - TEAL SWAN


Biz spiritüellik yolcuları bu yola çoğunlukla bir şekilde acı çekiyor olmanın sonucu girdik. Karşılanmamış ihtiyaçlarımız olduğundan ve karşılanmamış ihtiyaçlarımız dolayısıyla hayat bize boş geldiği, tatminsiz hissettirdiği için… Spiritüellik yolunda yürümemizi mümkün kılan da bu hisler oldu. Spiritüel bir hayat sürmekte olan çoğumuz kendi kendimizi türlü yollarla istismar etmeye de yabancı değildik. Fakat keşfetmiş olduğumuz spiritüel gerçeklere göre yaşamaya başlayınca daha iyi hissetmiş de olsak, bazı yöntemlerimiz aynı kaldı ve bu kez de spiritüel gerçekleri, kendi kendimizi disipline etmeye yarayan birer sopa niyetine kullanır olduk. Kendimize işkence etmek için kullandığımız ve kutsal addettiğimiz bu spiritüel gerçeklerden biri de “kendine yeten bağımsız birey” öğretisiydi. Hayatının büyük kısmını içinde bulunduğu koşulların insafına kaldığına inanarak geçirmiş ve de an itibariyle, kendini içinde bulunduğu gerçekliğin kurbanı gibi hisseden biri için, insanın kendi gerçeğini yalnız başına yarattığına dair öğreti elbette ki çekici ve faydalıdır. Fakat bağımsızlığın verdiği geçici güçlenme hissini, yalıtılmışlık ve her şeyi kendin yapmak zorunda olmanın baskısı takip eder. Nasıl ki nefret sevgiyle çelişiyorsa, kendine yeten bağımsız birey fikri de, hepimizin bir olduğuna ilişkin evrensel gerçekle çelişmektedir.


Sevginin zıttı olan titreşim korkudur ve öfkeye geçtiğimizde korku titreşiminden daha iyi bir titreşime geçmiş oluruz. Güçlü olmanın zıt titreşimiyse güçsüzlüktür ve bağımsızlığa geçtiğimizde güçsüzlük titreşiminden daha iyi bir titreşime geçmiş oluruz. Peki ama orada durmalı mıyız? Hayır. Sonuçta bağımsızlığın keşfi, kendinizin kolektiften ayrı ve bölünebilir olduğunuzun keşfidir ve bu keşif ancak, sizi başkalarına karşı güçsüz olma hissinden güçlü olma hissine taşıdığı zaman faydalıdır. Size yalıtılmış, ayrı ve bütün dünyanın yükü omuzlarınızdaymış gibi hissettirdiği an ise faydalı olmayı bırakıp yıkıcı olmaya başlamıştır.


Birçok spiritüel öğretmen ve kanallığı yapılan birçok varlık, öğretilerini insanlığın an itibariyle bulunduğu konuma göre verirler. Bunun anlamı, insanlar güçsüz hissediyorsa bu öğretmen ve varlıkların insanlara nasıl güçleneceklerini öğreteceğidir. Size kendi düşünceleriniz dışında hiçbir şeyden etkilenmeniz gerekmediğini söylerler. Gerçek onlar için, sizin için olduğu kadar önemli değildir. Dolayısıyla onlar size ilerlemenizi sağlayacak inanç neyse onu sunarlar. Bu inancın doğru olup olmaması, sadece bir illüzyon olup olmaması onlar için önemsizdir. Gelgelelim hakikat şudur ki, siz var olan her şeyi etkilersiniz, var olan her şey de sizi etkiler. Siz bundan ayrıştırılamazsınız. Birlik gerçeği dolayısıyla, “hepsi”, “siz”siniz. Bu da demek oluyor ki “onlar” her zaman “siz”in bir yansımanız olacaklar. Bizler yansımamızdan öğreniriz.


Diğer insanların yaptığı her şey sizi de etkiler çünkü sizin yaptığınız her şey sizi etkiler. Ne var ki odağınızı olumlu bir şeye yöneltirseniz, onların ne yapıp yapmadığından bağımsız olarak siz kendi istediğiniz şeyi yaratabilirsiniz, çünkü başkalarının yaratımlarına karşı, kendi yaratımlarınıza karşı güçsüz olduğunuz oranda güçsüzsünüz. “Onlar”ın, sizin bütün dünyaya saçılmış bir yansımanızdan başka bir şey olmadığını fark ettiğinizde, sizden daha büyük ve daha güçlü olduklarına dair bakış açısı da bir illüzyon olur. Kolektif, mutlak güçsüzlük düşüncesinden artık uzaklaşıyor, dolayısıyla anlayışımızda bir ileri aşamaya geçme zamanı geldi. Yani, artık bağımsızlık düşüncesini de aşmanın zamanı.


Öfke, titreşimsel olarak güçsüzlük hissinden yüksektedir. Bağımsızlık da, başkaları karşısında duyulan güçsüzlük hissinden yüksektedir; ama bağımsızlıktan daha yükseği de vardır: karşılıklı tabiiyet. Karşılıklı tabiiyet yerine ortak yaşam ya da ortak güç ifadelerini de kullanabiliriz. İşin özü… siz, tabisiniz! Başka türlü düşünmek isteyen herkes bir illüzyonun içindedir. Eğer yemek yemeniz gerekiyorsa, yiyeceklere tabisiniz, eğer araba kullanmanız gerekiyorsa araba üreticilerine tabisiniz demektir. Bir sürü şeye tabisiniz. İnsanlara, mekanlara, nesnelere… Üzerinde durduğunuz yeryüzüne tabisiniz. Tabiiyet, varoluşunuzun nihai gerçekliklerinden olduğu için, kendi kendinize yetebileceğiniz fikrinin içinde kaybolmamanız çok önemlidir. Zira bu fikir eninde sonunda hayatınızda acıya neden olur. Var olan her şeye tabisiniz. Her şey de size tabi. Bu evren size tabi. Siz de ona tabisiniz. Siz olmadan, kaynak kendini bilemez ve genişleyemezdi. Kaynak olmadan, siz var olamazdınız. Bakış açınız, hiçbir insana tabi olmadığınız şeklindeyse bile, hala tabağınızdaki havuca tabisiniz.


Peki, tabiiyet neden bizi bu kadar korkutuyor? Çocukluğumuzda ihtiyaçlarımız karşılanmamış olduğu için. İşin doğrusu biz bir şeylere tabi olmaktan değil; bizim gerçekliğimizi bizim dışımızda bir şeylerin yaratmasından korkuyoruz. Biz aslında güçsüz olmaktan korkuyoruz. Kendi gerçekliğimizi kendimizin yarattığına inanmadığımız için, yaratım kabiliyetimize güvenmiyoruz. Yani konunun aslında başka şeylere tabi olmayı sevmememizle alakası yok. Konu, gerçekliğimizi yaratan bizim dışımızdaki şeyler karşısında güçsüz olmayı sevmememiz. Eğer neye tabi olacağımızı kendimiz yaratabileceğimize, neyi deneyimleyeceğimizin, ne hissedeceğimizin bizim kontrolümüz dışında olmadığına güvenseydik, bir şeye tabi olmak da hiçbir sorun teşkil etmezdi. Yaratım gücümüzden o kadar kuşku duyuyoruz ki kendimizi ihtiyaç duyduğumuz şeylere aslında ihtiyaç duymadığımıza, istediğimiz şeyleri aslında istemediğimize ikna etmek için spiritüel gerçekleri kullanıyoruz. Kendimizi, herhangi bir ihtiyaca sahip olmamanın “daha spiritüel bir hal” olduğuna ikna ediyoruz. Bu bir sorun, çünkü var olan her canlı, isteklere ve ihtiyaçlara sahiptir. Dolayısıyla bu yaptığımız, hem yaşamımızı istediğimiz gibi sürdürüp hem de spiritüel bir hayat yaşamayı imkansız hale getirmek oluyor.


Bir ihtiyaca ya da isteğe sahip olmanın kötü hissettirmesinin tek nedeni onları karşılayamayacağımıza inanmamızdır. Bize acı veren budur; sahip olduğumuz arzu ya da ihtiyacın kendisi değil. Sorunumuz ihtiyaçlara sahip olmak değildir. Sorunumuz başka insanlara ihtiyaç duymak değildir. Sorunumuz onlara ihtiyaç duyduğumuz anda gerçekliğimizi onların yaratacağını düşünmektir. Hayatımızın onların ne yapıp yapmadığına bağlı olduğundan emin olmamızdır. Bu bizi güçsüz bir konuma sokar. Diğer bir deyişle, kendi yaratımımızın kurbanı haline geliriz. Şunu unutmamanız çok önemlidir: Tabi olduğunuz şeyi kendiniz yarattığınız sürece, tabi olduğunuz şeyin karşısında güçsüz olmazsınız. Yaratıcı sizsiniz. Hep öyleydiniz. Sadece, “ben ve başkası” illüzyonuna kapıldığımızda bunu göremeyiz.


Kendine yeten bağımsızlık fikrinin ateşli savunucuları kendimizi diğer insanlar yoluyla tamamlamanın uygunsuz olduğunu, içimizdeki boşluğu diğer insanlarla doldurmanın doğru olmadığını, her ihtiyacımızı kendi kendimize karşılamamız gerektiğini söylerler. Ne var ki bu, diğer insanları kendinizden ayrı görmektir. Diğer insanlar SİZsiniz. Eğer onları içinizdeki boşluğu doldurmak için kullanıyorsanız, kendi içinizdeki boşluğu doldurmak için kendinizi kullanıyorsunuz demektir. Eğer onları kendinizden kaçmak için kullanıyorsanız, kendinizden kaçmak için kendinizi kullanıyorsunuz demektir. Biz, demek buna ihtiyacımız var ki içimizdeki boşluğu doldurmaya çalışıyoruz; ama çözüm ihtiyaç duymayı ya da istemeyi bırakmak değil, ihtiyaç ve isteklerimizi yaratma gücüne sahip olduğumuzun farkına varmak. İhtiyaç duyduğumuz ya da istediğimiz şeyin bir insan da olabileceğini belirteyim. Bir olan bir dünyada, tabi olabileceğiniz tek şey sizsiniz. Bizler, tabiiyeti güçsüzlükle, özellikle de yaratıma dair güçsüzlükle karıştırıyoruz. Ama ikisi aynı şey değil.


Bağımsız olmanız mümkün değil. Bağımsız olmanız, kendinizi evrenin geri kalanından ayırmanızı gerektirir. Bu, istenen bir şey olmadığı gibi mümkün de değildir, çünkü her varlığın kalbinde titreşen arzu birlik arzusudur. Bizler yalnız olmak istemeyiz. Biz o istediğimizi sandığımız bağımsız kedine yetme halini aslında istemeyiz. Sadece ihtiyaç duyduğumuz şeye sahip olamamanın verdiği acıdan uzak durmak isteriz.


Güvende hissetmek için bir partnere ihtiyaç duyduğumu varsayalım. Geleneksel spiritüel öğretiler bunun uygunsuz olduğunu söyler. Bu şekilde, eşimin karşısında ve eşimin yapıp yapmadıkları karşısında güçsüz hale geldiğimi… Fakat düşüncenin bir yansıması olan bu evrende eşimi yaratan (çekim yasası gereği evrenin onu karşıma çıkarmasını sağlayan) benim. Bu durumda tabi olduğum tek şey kendi yaratımımdır. Kendimi karşısında güçsüz hissettiğim tek şey de kendi yaratımımdır. Ve her bir yaratımım, kendim hakkında daha fazla şey öğrenerek yaratımlarımı daha rafine hale getirmemi sağlar. Dolayısıyla yaratımlarım sürekli gelişim halindedir. Güvenlik algım da sürekli gelişim halindedir. Yarattığım şeyi beğenmezsem onu geliştirme ve değiştirme seçeneğim her zaman bakidir.


Eğer kendi yaratımınıza (ki bu her şeyi kapsar) tabi olursanız, yaratımınıza güvenirsiniz. Yaratımınız sizin bir uzantınızdan başka bir şey değildir. Nihayetinde, tabi olmak kendinize güvenmektir. Bu yüzdendir ki Kaynak (Tanrı) bize tamamen güvenir. Biz Kaynağın uzantıları, onun yaratımları olduğumuz için… Kaynak kendine tamamen güvenir. Gördüğünüz gibi en yüksek spiritüel hal güven duyma halidir. Gelgelelim aynı anda güven duymayı da kötülemeden tabiiyeti kötülemek mümkün değildir. Bağımsız insan güçsüz bir insandan sadece bir gıdım daha fazla kendine güvenir; ama esasında ne o ne de diğeri gerçekten kendine güvenmektedir.


Tabiiyet kötü bir sözcük değildir. Sadece, “çirkin” olan başka bir kavramla karıştırılmış çok güzel bir kavramdır. Tabi olmak, bir olmak demektir. Dünya bizim sandığımızdan çok daha nazik ve sevecendir. Onun karşısında hala çok güçsüz hissettiğimiz ve bu yüzden de kendi içimizde ayrı bir evren olmaya çalıştığımız için kendimize idrak etme izni veremediğimiz kadar nazik, sevecen ve içe içe geçmiş durumdadır. Ego, sizin gerçekliğinizi yaratma kabiliyetinizi artırmak için tasarlanmış spiritüel öğretileri, sizi evrenden ayrıştırma aracı olarak kullanmıştır. Bağımsız olan, kendine yeten birey kavramıyla güçlenmeye teşvik edilen insanlar, başkaları karşısında güçsüz hissetmiş, ihtiyaçları karşılanmamış insanlardır. Onlar çocukluklarında bakım verenleri tarafından ihtiyaçları yok sayılmış kişilerdir. İhtiyaçlar onlar için acıyla eş anlamlı hale gelmiştir. Başkalarına ve başka şeylere tabi olmak onlar için acı dolu olagelmiştir. Bağımsız olmanın onlara bu kadar iyi hissettirmesinin nedeni de budur. Onlar ihtiyaçlarının karşılanması için sadece kendilerine güvenmek zorunda kalmışlardır. Fakat bu sadece bir ara basamak, güçlenmeye doğru atılan adımlardan sadece bir tanesidir. Bir sonraki adım, kendi kendinize olan mutlak tabiiyetinizi fark etmektir. Ve “kendi kendiniz” varoluştaki tüm diğer varlıkları kapsar; çünkü hepsi sizsinizdir. Bu bir karşılıklı tabiiyet evrenidir çünkü bu evrendeki en mutlak gerçek birlik gerçeğidir. Yalnızca kendinize (tekil bir ünite olarak kendinize) tabi olmayı ve sadece kendi ihtiyaçlarınızı karşılamayı istemek, bu evrendeki diğer parçalarınızı dışlamayı istemektir. Zira onların sizden “başka” olduklarına dair illüzyona kanmışsınızdır. “Başka” olarak görülen her şeyi kendinizden parça olarak almak ve böylece onlara tabiiyetinize izin vererek onlarla ortaklaşa var olmak daha doğru, özünüzle daha uyumludur. Bir şey ya da biri karşısında güçsüz olmak, bir şeye ya da birine tabi olmakla aynı şey değildir.


Size yeni bir düşünme şekli göstermek istiyorum. Bu düşünme şeklini gerçekten çok seviyorum. Bu, ihtiyaçlarınızın karşılanmasında bir sorun olmadığına dair bir düşünce. Tek yapmanız gerekenin, ihtiyaçlarınızı karşılayabilecek yerlere ve insanlara gitmek olduğuna dair... Bu da normalde bizim pek becerebildiğimiz bir şey değildir. Biz süt almak için bilgisayarcıya gideriz ve bunu günler boyunca sürdürürüz. Bilgisayarcı bize asla süt satmayacak olsa da… Asıl yapmamız gereken, ihtiyaç duyduğumuz ve istediğimiz şeyleri ihtiyaç duyup isteme hakkını kendimize tanımak ve bize bunları verebilecek yerleri ve insanları arayıp bulmaktır. Size söz veriyorum ki eğer istediğiniz şey insanlarla bir arada olmaksa, sizin ihtiyaçlarınızı ve isteklerinizi karşılamaktan keyif alan insanlar bulmanız kesinlikle mümkün. İnsanlar karşısında güçsüz değilsiniz. Sizin ihtiyaçlarınızı karşılamak istemeyen birini, ihtiyaçlarınızı karşılaması için kandırmak zorunda da değilsiniz. Yapmanız gereken tek şey, süt almak için süt satan dükkana gitmek. Kaynağın (Tanrının) bir uzantısı olarak size yaratma gücü bahşedilmiştir ve kendisine tabi olduğunuz şeyi kendinizin yaratabileceğini anladığınız zaman güçsüz hissetmezsiniz. Bu sizi tabi kılar mı? Hayır ve evet. Spiritüel uygulamalarla meşgul olan bizler ve genel olarak dünya için, aslında bir illüzyon olan “kendine yeten bağımsız kişi” fikrinden uzaklaşıp güç veren karşılıklı tabiiyete geçme zamanı geldi. Size söz veriyorum ki bunun sonucunda daha mutlu bir insan olacaksınız.




Bu yazı, Teal Swan’ın aşağıdaki linklerde bulunan yazısının ve videosunun birleştirilmiş bir çevirisidir. (Çeviri: Senem Balaban)

https://tealswan.com/resources/articles/dependence-is-good/

https://www.youtube.com/watch?v=nxdRQA_GhxU





26 views0 comments

Recent Posts

See All

Comments


Post: Blog2_Post
bottom of page